İnşaat Dünyası Röportajı

Selda Gümüşdoğrayan, kendi adını taşıyan mimarlık bürosunda, uzmanlık alanı sağlık yapıları olmak üzere çeşitli projelere imza atıyor. Mimarlık mesleğinin zorluklarına dikkat çeken Gümüşdoğrayan, kendilerinden sonra gelen genç kuşak için, ‘mimarlık mesleğini daha iyi şartlarda uygulayabilecekleri bir mimarlık ortamı’ hayal ettiğini belirtti.

Selda Gümüşdoğrayan Mimarlık Ltd. Şti.’nin kuruluşundan bahseder misiniz?

Kısaca kendimden bahsedeyim isteseniz.1994 yılı GAZİ Üniversitesi Mühendislik Mimarlık Fakültesi, Mimarlık bölümü mezunuyum. Mimarlık, yakın çevremde mimar olarak bir rol model olmamasına rağmen ortaokuldan itibaren hayalim ve bölüm olarak ilk tercihimdi.

Öğrencilik yıllarında ve mezuniyet sonrası çeşitli proje bürolarında mimar olarak görev aldım. 1999 yılından itibaren çalışmalarımı, kendi ismimi taşıyan Ankara’daki ofisimde sürdürüyorum. 2000 yılından itibaren çeşitli üniversitelerde yarı zamanlı öğretim görevlisi olarak bulundum. Halen Atılım Üniversitesi Mimarlık bölümünde yarı zamanlı öğretim görevlisiyim.

Şirketimizin kuruluşundan itibaren çeşitli işlevlerde yapılar tasarlamakla birlikte, mimari ofis olarak özelleşmiş bir alanda bilgimizi ve deneyimimizi artırmak istiyorduk. Spesifik yapılar tasarlamanın tecrübe ile olgunlaştığını düşünüyorum. Daha önce hiç projelendirmediğiniz bir işlev, özellikle de çok fazla girdisi varsa, tasarım kabiliyetinin yanında birikimle olgunlaşan farklı donanımlara sahip olmayı da gerektiriyor.

Bu sebeple, 2005 yılında projelendirdiğimiz ilk hastane çalışması ile sağlık yapıları konusunda uzmanlaşmaya karar verdik. Bugün yurt içinde ve yurt dışında farklı kurumlara, özel yatırımcılara ve üniversitelere branş hastaneleri planlıyoruz. Transplantasyon, Onkoloji, Kadın doğum, Çocuk, Pediatri, KVC, Psikiyatri ve Yoğun bakım gibi özel içerikli hastaneler konusunda çalışmalar yapıyoruz.

“Yapı üretme eylemini fonksiyonel, estetik ve ekonomik olmanın dışında, insan faktörünün ve beklentilerinin yorumlanması” olarak değerlendiriyorsunuz. Bu tanımdan yola çıkarak, farklı disiplinlerin mimarideki yeri için neler düşündüğünüzü paylaşır mısınız?

İnsana dair her şey bu mesleğin kendisi, ifade yöntemi ve var olma sebebi. Sosyoloji, psikoloji, felsefe veya sosyal psikoloji… Tüm bu kavramlar mimarlık ile neden sonuç ilişkisi içerisindeler. Tarih boyunca sosyolojik ve psikolojik toplumsal değişimler, mimariyi rasyonel ve irrasyonel dönemler olarak etkilemiştir. Örneğin, Endüstri Devrimi’ni izleyen dönemde gerçekleşen sosyo-ekonomik gelişmeler, mimarlık anlamında yeni yapı tiplerinin ortaya çıkmasına neden olmuştur. Yine 1960’lı yılların arnavut kaldırım taşlı mahallelerinden, site kültürüne geçiş toplumsal psikolojinin geçirdiği sürecin şehirleşmeye yansımasıdır.
Benim aslında ‘insan faktörü ve beklentileri’ ile vurgulamak istediğim, bir yapıyı yaparken kullanıcı ile birlikte mimar olarak benim, yapı sahibi olarak yatırımcının, uygulamacı olarak müteahhit firmanın, mühendislik disiplinleri ile ilgili çözüm ortaklarımızın ve daha isimlendirmediğim birçok katılımcının oluşturduğu küçük bir topluluk aslında. Hiç sosyolojik ve psikolojik göndermeler yapmadan, bu birliktelik bile dinamikleri ile mimarlığın tanımı ve kendisi.

Dünyadan ve Türkiye’den örneklendirebileceğiniz idol olarak seçtiğiniz bir meslek erbabınız var mı?

İdol olarak benimsediğim kimse yok demek doğru olmayacak, çünkü idol çok iddialı zaten.
Türkiye şartlarında bu mesleği serbest mimar olarak özgün, yaratıcı ve tüm zorluklarına rağmen özveri ile yapan bütün mimarlar benim için meslek erbabı. Aynı zamanda akademik düzeyde katkı koyan tüm meslektaşlarımız da.
Sorunuzu yapı ölçeğine indirgediğimizde, Türkiye’de birçok alanda nitelikli ve özgün tasarımlar yapıldığını düşünüyorum. Asıl problem yapılardan çok, yapı gruplarının oluşturduğu yerleşkeler ve şehirler bence. Özellikle rantın yüksek olduğu bölgelerde, tekil olarak bakıldığında birçok başarılı yapı, bir arada olmaları ve yoğunlukları ile kaotik bir birliktelik yaratıyor. Gerçekten kaotik ama, birbiri ile iç içe ama birbirine zıt birçok mimari dil ve öğe barındıran yapının arasında zaman, mekan, coğrafya, kültür her şey şizofrenik bir hal alıyor. Yersizlik ve zamansızlık hissi aslında…
Bununla birlikte kötü anlamda idolüm var, TOKİ konutları… Hala Ankara’da havaalanı yolunda gecekondu denilen dokuyu özlüyor ve yerine yapılan TOKİ yüksek katlı tünel kalıp konutları reddediyorum. Pursaklar’daki yaklaşık yüzde 30 meyile karbon kağıdı gibi yapışan, kendi avlularını ve yeşil alanını yaratan, hiç yükselme ve yapı olma endişesi taşımayan, sadece insan ölçeğinde açık-yarı açık ve kapalı alanlardan oluşan doku benim için daha kıymetli ve incelemeye değer bir mimari ürün.

Sağlık yapılarına yönlenmenizi sağlayan sebep nedir?

Önümüzdeki yıllarda özelleşmiş alanlarda hizmet veren mimari büroların ayakta kalma, gelişme ve büyüme şanslarının daha yüksek olduğunu düşünüyorum.   Dünya çapında yapılan birçok araştırma ve anket sonucu da bu yönde zaten. Bunun sebebi mimarın süreç içerisinde farklılaşan rolü ile birlikte yapı teknolojisinin artan karmaşıklığı, yatırımcı firmaların gelişen ve büyüyen profilleri ister istemez konularında deneyimli mimarlık bürolarını gerektiriyor. Örneğin bizim son yıllarda projelendirdiğimiz birçok sağlık yapısı,  daha önce birlikte çalışmadığımız işverenler tarafından deneyimimiz sebebi ile bize verildi.

Sağlık yapılarına yönelmemizin sebebi ise, karmaşık işlevi ile yüksek proje koordinasyonu gerektirmesi ve aynı zamanda sağlık sektörünün dünya’da ve Türkiye’de sadece yapı olarak değil her anlamda dinamik ve ileri teknoloji kullanımı ile gelişime açık olmasıdır.

Bir hastane yapmak için hasta psikolojisini tanıyan bir mimar mı olmak gerekir?

Hasta veya hasta yakını olmak şüphesiz zor bir süreç. Dolayısıyla bu psikolojiyi göz ardı ederek bir sağlık yapısı planlamak mümkün değil. Hastanın minimum sirkülasyon mesafesi ve zaman dilimi içerisinde tedavisi ile ilgili birime ulaşması ve bu sırada kullandığı mekanların kalitesinin yüksek olması psikolojik olarak ciddi bir destek diye düşünüyorum. Aynı zamanda hasta, ziyaretçi ve personel sirkülasyonunun en yoğun olduğu bölgelerde, günışığı alan galeri boşlukları, çocuk ile ilgili ünitelerde oyun alanları ile birlikte farklı renk ve malzeme kullanımı, ruh sağlığı departmanlarında geniş sosyalleşme alanları gibi bir çok mimari öğe psikolojik katkı yine. Kimi branş ve birimlerde mahremiyet planlanması gereken bir durum iken, kimi branşlarda ise sosyalleşme önemli bir psikolojik veri. Bununla birlikte yüksek ses ve gürültü, karanlık mekanlar, basık ve uzun koridorlar stresi ve kaygıyı artıran olumsuz psikolojik unsurlar.  Bu sebeple, yatay ve düşey sirkülasyon çözümlerinde en kolay erişimin sağlandığı, birbiri ile ilişkili departmanların mümkün olduğunca yakın tasarlandığı, aydınlık mekanlardan oluşan bir yapı olmalı “Hastane”.

Sizce sağlık yapılarında ses ve ışık kullanımı nasıl olmalı?

Günışığının, insan psikolojisi üzerinde olumlu etkisi olduğu araştırmalarla da ortaya konulmuş. Karanlık ve doğal ışıktan uzak ortamlarda insan bedeni hareketleri yavaşlatan, bitkin ve depresif ruh haline sebep olan metafılin hormonu salgılıyor. Dolayısıyla tüm yapı gruplarında, fiziksel ve psikolojik sebeplerden dolayı günışığı en önemli mimari verilerden birisi. Sağlık yapılarına gelindiğinde ise daha özel bir durum var bence. Biraz öncede belirttiğim gibi hasta ve hasta yakını psikolojisi sebebiyle…

Hastane fonksiyonu ve kurgusu gereği kompakt planlaması gereken bir yapı türü. Bu sebeple tasarladığımız tüm genel mekanlarda, özellikle de hasta yakını ile birlikte kullanılan ve sirkülasyonun en yoğun olduğu bekleme salonlarında günışığı alan yeşil iç bahçeler planlıyoruz. Hasta yatak odaları, erişkin yoğun bakım ve müşahede arenaları yine günışığının ve ses yalıtımının maksimum düzeyde kullanıldığı alanlar.

Bununla birlikte hastaların tüm gününü geçirdiği Diyaliz, Kemoterapi, Fizik tedavi gibi birimleri manzarayı en iyi gören, günışığını maksimum düzeyde – kontrollü olarak alan lokasyonlarda tasarlıyoruz.

Ankara’nın devlet yapıları stoğu itibariyle, biraz soğuk olarak nitelendirdiğim bir silueti var. Sizin devlet yapılarınızda ise bu soğukluk yok. Bunu tamamen mimarın hüneri olarak değerlendirebilir miyiz?

Teşekkür ediyorum güzel yorumlarınız için. Bugüne kadar tasarladığımız hiçbir yapıyı işvereni, kullanıcısı veya yatırımcısı ile ilgili kategorize etmedik. Dolayısıyla devlet veya özel yapı olmasından çok nitelikli, özgün, ekonomik ve kolay uygulanabilir olması asıl önem verdiğimiz özellikler.

Binalar son teknolojilerle beraber akıllanıyor, çevresine daha duyarlı, enerjiyi cimri kullanan organizmalar haline geliyorlar. Siz, akıllı sistem olarak adlandırılan, enerji verimi, konfor ve güvenlik sağlayan kontrol sistemlerinin kullanımını yapılarınızda tercih ediyor musunuz? Yatırımcıları bu sistemleri kullanma konusunda yönlendiriyor musunuz?

Tabii ki hastaneler her anlamda en son teknolojinin kullanıldığı yapı grupları olmalı. Bahsettiğiniz enerji verimi, konfor ve güvenlik sağlayan kontrol sistemleri ile birlikte geri dönüşüm sağlayan uygulamalar, artık devlet yapıları dahil güncel olarak kullandığımız sistemler. Bu teknolojileri kullanırken projelendirme aşamasında, konularında uzman danışman firmalar ile birlikte çalışıyoruz. Yatırımcılarımızı bu sistemlere yönlendirmekle birlikte, ilk yatırım maliyetlerinin yüksek olması bazen zorlayıcı olabiliyor.

Son dönemde dini yapılar, köprüler, parklar ülke gündemini oluşturdu. Bu tartışmalar, bir mimari bilinç sonucu mu yapıldı? Yoksa bir mimari bilinci bu tartışmalar mı yarattı?

Bence bu tartışmalar ne bir mimari bilincin sonucu, ne de mimari bir bilinci bu tartışmalar yarattı. Ortada olan tek gerçek mimari bilinçsizlik! Zaten böyle bir bilinçten bahsediyor olabilseydik gündem daha farklı olurdu.

Mimar, bir projenin tasarı aşamasında, kentin diğer yapılarını da göz önünde bulundurmalı mı?

Yoğunluk, doku, gabari, kimlik, kimliksizlik gibi tüm çevresel veriler tasarım girdisi şüphesiz.  Bu girdilerin tamamını veya bir kısmını kabul veya reddederek tavır koymak tasarıma başlama noktanız ve mimar olarak kişisel yorumunuz. Benim için kentin silueti ve yeni tasarladığınız yapının bu siluet ile birlikteliği en önemli tasarım kararlarından biri.

Mimari eğitim hakkında düşünceleriniz nelerdir? Sizce akademi, mimarinin branşlarını doğru öğretebiliyor mu?

Her şeyden önce “Mimarlık” için dört senelik eğitimin yetersiz olduğunu düşünüyorum. Lisans eğitimi altı sene olmalı, son iki sene eğitim uygulama ile bütünleşmeli ve stajlarla desteklenmeli. Mimar olmak eğitimin sonrasında, en az eğitim kadar bir sürenin uygulama deneyimi ile geçmesini anlamına geliyor bence. Yani, eğitim mezun olduktan sonra bitmiyor aslında yeni başlıyor. Bu sebeple, bana göre mezuniyet sonrası,  mimarinin branşlarını tanımak, deneyimlemek ve seçmek ile ilgili en doğru zaman.

Bir mimari hayaliniz var mı?

Türkiye’de serbest mimar olarak bu mesleği yapmak, birçok hayaliniz ile birlikte hayal kırıklığınızın olması anlamına geliyor.

Bence mesleğimiz ve sahip olduğumuz yasal haklarla ilgili odaların ve derneklerin daha aktif çalışılması lazım. Hala telif yasası gibi asal haklarımızın tartışılması, vergi ve KDV tevkifatı ile ilgili yeni düzenlemeler, daha birçok olumsuz gelişme. Bizden sonra gelen genç kuşak için, “mimarlık mesleğini daha iyi şartlarda uygulayabilecekleri bir mimarlık ortamı” hayalden çok dileğim.

Kaynak: İnşaat Dünyası

Copyright © 2023 Selda Gumusdograyan Architecture. All Rights Reserved.
Ertürk Tasarım